Cumhuriyet Hafta, 30 Kasım 2007 cuma, kültür, s. 15

Çevirmen Sabine Adatepe ile Türkçe ve Türk edebiyatı üzerine

'Türkçe son derece mantıksal bir dil'

İmdat ULUSOY

BREMEN- Edebiyat çevirmeni ve yazar Sabine Adatepe, doğum yeri olan Hamburg'da yaşıyor. Hamburg Üniversitesinde Türkoloji, İran Dilleri ve Tarihi, Alman Dili ve Edebiyatı öğrenimi gördü. Birkaç yıl Türkiye'de kaldı. Türk edebiyatından birçok yazar ve şairin roman, öykü, şiir ve denemelerini kılı kırk yararcasına yaptığı çevirilerle Almanca okuyan okuyuculara kazandırdı. Ayrıca çeşitli dergilerde sayısız makale, eleştiri ve değerlendirme yazıları yayımlandı. "Türkiye Kütüphanesi" projesine çevirileri ve okuma günlerine katılarak katkıda bulunuyor. Sorularımızı şaşırtıcı güzellikteki Türkçesiyle yanıtlayan Sabine Adatepe'nin çeşitli konulardaki ilginç gözlem ve görüşleri şöyle:

CUMHURİYET - Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Türkçe ve Türkiye ile  tanışmanız nasıl başladı?

SABİNE ADATEPE - Serbest edebiyat çevirmeni ve yazar olarak Hamburg'da yaşıyorum. Türkçe ile ilk tanışmam lise yıllarıma uzanmakta. Okul tatilinde, birçok ülkeden gelen, zamanın deyimiyle "konuk işçilerin" çalıştığı bir fabrikada çalışmıştım. Türkçe, tek bir sözcüğünü anlamadığım, konuşmaların içeriği hakkında hiç bir tahmin de yürütemediğim bir dil olarak orada karşıma çıktı. Bu dili öğrenmeye o zaman karar verdim. O yıllarda -1970li yılların sonlarında- köşe başlarında henüz Türkçe kursları yoktu. Bir okul arkadaşımla birlikte bir işçi derneğinde yeni açılan amatör bir Türkçe kursuna katıldık. Kurs bir iki hafta gibi kısa bir süre sonra kapandığı halde, Türkçe'ye, Türkiye kültürüne bir ilk adım atmış oldum. Bu ilgi kalıcı çıktı. Sonra Hamburg Üniversitesi'nde Türkoloji bölümünü de okuyup bitirdim ve birkaç yıl da İstanbul'da kaldım.

Türkçe’ye çeviri veya yazı yazma yönünden olsun, ne gibi katkılarınız oldu? En çok severek yaptığınız çalışmalar hangileri oldu?

- Doğal olarak Türkçe'den ana dilim olan Almanca'ya çeviri yaptığım için, Türkçe'ye çeviri yönünden sadece ufacık katkılarım oluyor. Ağırlık noktam, Türk edebiyatının Almanca'ya çevrilmesi ve Almanya'da tanıtılması üzerinde. Çevirmenlik, insanı sürekli yeni alanlara, yeni dünyalara götürdüğü için sevdiğim bir uğraş. Diğer yandan İstanbul'da bulunduğum yıllardan beri Türkçe olarak özellikle kültür ve yazın üzerinde deneme türünden yazı da yazmaktayım. Örneğin, rahmetli Memet Fuat ile Turgay Fişekçi aracılığıyla 1998-2003 yılları arasında Adam Sanat dergisinde birçok yazım yayımlandı. Dışarıdan bakan biri olarak bazı tartışmalara, farklı düşünceleri, ayrı yönleri katmayı bir fırsat olarak görüyorum. Örneğin Türkiye'de henüz bilinmeyen ya da çok az bilinen yabancı yazarları –Alman Martin Walser ya da Nijeryalı Chinua Achebe gibi- tanıtmaya çalıştım.

Türkçe öğrenmeyi hâlâ sürdürüyorum; dil öğrenmek, ana dili de dahil olmak üzere, hiç bitmeyen bir serüvendir kanımca. Günlük Türkçe'yi arkadaş ve gençliğimde birkaç yıl angaje olduğum dernek çevrelerinde dinleye konuşa öğrendim, sonra üniversite eğitimiyle birlikte yüksek kültürün dili de buna eklendi. İstanbul'da kaldığım yılların da doğal olarak büyük faydası oldu. Ayrıca hâlâ eşimle Almanca'dan çok Türkçe konuşuyoruz. 

Türkçe sizce nasıl bir dil? Ilk öğrenmeye başladığınızdaki Türkçe hakkındaki izlenim ile şimdiki arasında farklılık var mı?

- Türkçe son derece mantıksal bir dil. İlk öğrenmeye başladığımda özellikle matematiksel denebilen mantığı ilgimi çekti. Büyük sayıdaki istisnaları ve yazılı dili oluşturan karmaşık yapıyı çok sonradan öğrendim. Almanlar Türkçe öğrenmeye başladıklarında, telaffuzu bir kenara bırakırsak, genellikle ilk adımı kolay atıyorlar. Basit ve kalıpsal gibi geliyor. Ancak iş, zaman kiplerine, yan cümlelerin yapılışına ve özellikle de yazılı dilin yapısına gelince büyük çoğunluk pes edip öğrenmiş oldukları çat pat Tarzanca denilebilen marjinal bir Türkçe'yle yetinir. Dil bilgisi açısından Türkçe, Almanca konuşanlara ters geliyor. Mantık ters: Cümleler bize göre "tersten" başlıyor. Bu, tercümanlar için de büyük bir sorun. Anında çeviri (simültane) çeviri yapanlar, cümlenin sonunu duymadan Almanca'ya çeviriye başlamak zorundalar ki bu aslında imkânsız. Yazı ile uğraşan biz çevirmenler bu konuda doğal olarak daha da avantajlıyız.

Bir de, diğer Avrupa dillerinden bir ya da birkaçını bilen birçok Alman için Türkçe'nin kelime hazinesi çok yabancı. Diğer dillerde olduğu gibi tanıdık sözcükler yok denecek kadar az. Bu, yeni öğrenenler için adeta korkutucu bir etkiye sahip.

Almanlar dünyada yabancı dil öğrenme ve o dili aksansız, düzgün konuşmada (örneğin İngilizce, Fransızca vb. dilleri düşünecek olursak) çok ilerde ve örnek alınabilecek bir yerdeler. Aynı şeyi Türkçe öğrenen Almanlar için söylemek biraz zor gibi. Buna katılır mısınız? Nedeni ne olabilir?

- Ana nedeni Türkçe'nin Almanya'daki değer eksikliğinde aramalı. Almanların büyük çoğu için Türkçe özenilen bir dil değil. İş dünyasında, genel olarak uluslararası geçerlilik açısından önemi az olan bir dil. Kültürel açıdan da Almanya'da hâlâ çoğunluğu oluşturan işçi ve aileleri gözler önünde. Bir de unutmayalım ki, Almanların sadece iyi eğitilmiş bir elit kesimi yabancı dil öğrenme konusunda duyarlı ve dolayısıyla başarılı. Sokaktaki insana bakıldığında kendi anadillerine karşı duydukları ilgi bile gittikçe azalmakta. Elit kesimce duyulan ilgisizlik kaderini ise Türkçe birçok başka dille paylaşmakta, başta büyük kitleler tarafından konuşulan ve ekonomi dünyasında önemleri günden güne artan Çince, Hindice gibi. İlginç olan, birçok Türk arasında bile kendi dillerinin itibarının düşük olması. Kaç kez bana, neden Türkçe yerine İngilizce, Fransızca gibi önemli bir dili tercih etmediğim soruldu, soruluyor.

Türk edebiyatıyla tanışmanız nasıl oldu? Türk edebiyatında ilk karşınıza çıkan ve dikkatinizi çeken yazar ya da yapıtlar hangileriydi? Neler etkilemişti?

- Daha yeni Türkçe öğrenmeye başladığımda, üniversitede Türkoloji okumadan önce Reşat Nuri'nin "Çalıkuşu" kitabı elime düştü. İlk okuduğum kitap buydu. Sözlüğün yardımıyla her sayfayla resmen mücadele etmiştim. Fakat sonuçta bitirebildim. Türkçe öğrenmemde beni epey ilerleten bir uğraş oldu. O zaman edebiyat dilinin konuşma dilinden ne kadar farklı olduğuna şaşırdım. Bir de, Reşat Nuri'nin dünyası benim o dönem içinde bulunduğum Türkiyeli çevrelerden öyle farklıydı ki, bambaşka bir kültür gibi geldi. Belki de erkenden Türkiye kültürlerinin değişik yönleriyle tanışmış olmam ilgimi kalıcı kılmakta yararlı olmuş.

İlk çevirdiğim yazılardan biri de, daha yeni yitirdiğimiz yazar Mehmed Uzun'un "Bir Hüzündür Ayrılık" denemesiydi. Lettre International dergisinde yayımlandıktan sonra yazı, bu Almanca çevirisinden birkaç başka dile daha çevrilmişti. Dilin yumuşaklığı, hayal gücü ve ifade çeşitliliği beni en azından içeriği kadar etkilemişti.

Türk edebiyatında sizin özellikle ilginizi çeken, önemli gördüğünüz yazar veya yapıtlardan örnekler verebilir misiniz?

- Şiir alanında Nâzım Hikmet ile Orhan Veli benim için ön planda. Murathan Mungan'ın da şiirlerinden çok öykülerine bayılırım. Daha çok öyküleriyle tanınmış olmasına rağmen Sabahattin Ali'nin ise her üç romanını çok severim. Türkiye'de bazı çevrelerce "okunmaz" sıfatı takıldığı halde en çok tuttuğum yazar ise Orhan Pamuk. Özellikle "Yeni Hayat" ve "Benim Adım Kırmızı" benim için Türk edebiyatının taç eserlerinden.

Türk edebiyatında Türkiye’ye özgü olan ve daha çok hoşunuza giden veya eleştirebileceğiniz özellikler neler olabilir?

- Uzun bir süre boyunca Türkiye'de edebiyat, sanatsal kaygılardan çok siyasal kaygıları taşıyordu. Yazar, siyasal bir kaygı ile yazıyordu, okur siyasal bir çerçeve içinde okuyordu, eleştirmen de aynı kaygıyla kitabı ya över ya da yererdi. Sanat açısından sakıncalı bu eğilim ancak son yıllarda aşılmaya başlandı. Türk edebiyatıyla, Türklerin okuma alışkanlıklarıyla ilk tanıştığımda, şiirin son derece önemli bir yer kapladığını gördüm. Öykü bile göreceli ön planda. Almanya'daysa bir şiir kitabı, bir öykü kitabını yayımlamak ve satmak son derece zor.

Gelecek yıl Türkiye Frankfurt Kitap Fuarında “Konuk Ülke“ olacak. Bunun sizce Türkiye açısından anlamı ve önemi ne olabilir? Öncelikle hangi yazar ya da yapıtların gelecek yıl fuarda mutlaka tanıtılması gerekir?

- Türkiye'nin hâlâ döner kebap, göbek dansı, güneşli sahiller ve antik eserlerin ülkesi olarak algılandığı Almanya'da 2008 Kitap Fuarı'nın konuk ülke statüsü, Türkiye'nin çağdaş kültürünü, özellikle de edebiyatını, tüm geniş kapsamlılığıyla ve ulaştığı yüksek düzeyiyle tanıtmak için iyi bir fırsat. Tek bir yazar ya da yapıttan çok değişik genç yazarlar Almanya'ya getirilerek Türk edebiyatının burada en çok tanınan Orhan Pamuk, Yaşar Kemal, Elif Şafak dışında da ulaştığı boyut gösterilebilir.

Böyle bir olanak ve fırsattan Türk edebiyatı, Türkiye nasıl yararlanabilir? Ne yapılması gerekir?

- Burada, 2006 yılında konuk ülkesi olan Hindistan örnek gösterilebilir. Çağdaş Hindistan edebiyatından çok sayıda kitap –Hindistan devletinin de desteğiyle- çevrilmişti, Hindistanlı yazarlar bütün sene Almanya'yı dolaşarak okuma geceleri, kitap tanıtımları yapıp değişik konulu tartışmalara katıldılar. Bu şekilde Alman medyası tüm sene boyunca Hindistan edebiyatını gündemde tuttu. Bu çok güzel bir başarıydı.

Türk edebiyatı için benzer bir uğraşa girişilebilse çok iyi. Şu an Almanya'da Feridun Zaimoğlu, Selim Özdoğan gibi birçok Türk asıllı genç Alman yazar Türk edebiyatının temsilcileri olarak algılanmakta. 2008 senesinde bu çarpık tabloyu düzeltmek için bir fırsat. Stuttgartlı Robert Bosch Vakfı ile Zürihli yayınevi Unionsverlag'ın ortak projeleri "Türkiye Kütüphanesi" çerçevesinde, projeye dahil olan birçok Türk yazar üç gezi bloku halinde Almanya'yı gezecek. Bu önemli bir adım. Ama Türkiye tarafından da benzer adımlar atılmalı.

"Türkiye Kütüphanesi" projesi içinde de yer aldınız, çeviriler yaptınız. Bu projenin, Türk edebiyatının tanıtılmasına yeteri derecede katkısı oldu mu? Türkiye’de veya burada yaşayan Türkçe konuşan çevrelerde yeterince tanınıyor mu? Bu projenin ileriye yönelik diğer çalışmaları hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bu proje daha yararlı olabilir mi?

- "Türkiye Kütüphanesi" projesi, 20'nci yüzyıl Türk edebiyatının henüz Almanca'ya çevrilmemiş başlıca eserlerini Almanca okuyanlara kavuşturmayı hedefliyor. Bu amaçla 2009 yılına kadar toplam 20 cilt roman, öykü ve şiir antolojisi yayımlanmış olacak. Kitaplığı tanıtmak için hem geniş medya kampanyaları hem de yeni çıkan her kitabın tanıtımı için okuma akşamları düzenleniyor. Bu tanıtım ve okuma gezileri birebir proje sahipleri tarafından değil, konu ile ilgilenen özel kişiler veya kurumlar tarafından düzenleniyor. Bugüne kadar proje, Almanca konuşan çevrelerden daha çok Türkçe konuşan çevrelere tanıtıldıysa bu, tanıtıma sahip çıkanların bir tercih meselesiydi. Bana kalırsa projeyi daha çok Almanlara, Almanca okuyanlara tanıtmak gerekiyor. Bu konuda bugüne kadar yeterli bir tanıtım yapılmadı. Proje sahipleri olan vakıf ve yayınevi, "Türkiye Kütüphanesi" ile Türk edebiyatını Almanca konuşulan ülkelerde tanıtmak için eşsiz bir uğraş göstermiştir. Bunu daha geniş çevrelere taşıma görevi hepimize düşmektedir. Proje sahipleri, yazarlarının okuma gezilerini düzenleme işini 2008 yılı için bir medya tanıtım şirketine verdi. Dolayısıyla profesyonel ve başarılı geceler düzenlenecek olmasını bekleyebiliriz.

Alman okullarındaki Türk öğrenci sayısını oranı ile, bu okullarda okunan ders kitaplarındaki Türk edebiyatından örnekler arasında kıyaslama yapılamayacak kadar bir terslik, zıtlık var. Yok denecek kadar az örnekler var… Oysa sadece Türkiye’den yazıp yaşayan yazarların değil, Almanya’da yaşayıp Almanca veya Türkçe yazan yazarların yapıtlarından bile örnekler yok denecek kadar az. Bunun nedenleri ne olabilir? Bu konuda ne yapmak gerekir?

- Alman okullarındaki ders programları öteden beri tartışılıyor. Müfredatta yer alan edebiyat örnekleri, genel olarak çocukların yaşam ve ilgi alanlarının çok dışında. Önümüzdeki senelerde bu konuda birçok şeyin değişeceğinden eminim. Sorun, Türkiye edebiyatının yetersizce temsil edilmesinden çok, çocukları ilgilendiren konuların az okutulmaları. Bir de, Almanca dersinde Alman yazarlar, İngilizce dersinde İngiliz ve Amerikan edebiyatından örnekler okutulduğunu düşünürsek, Türk edebiyatı hangi derste okutulsun? Yine de birçok angaje öğretmen takdir paylarını kullanarak çocukların ilgilerini çeken kitapları da okutmaya çalışıyor. Unutmamalı ki Almanya'da yaşayan Türk asıllı bir çocuk, örneğin Orhan Pamuk'tan daha çok Feridun Zaimoğlu ya da Zoran Drvenkar gibi göç asıllı yazarların, genç göçmenlerin yaşamları hakkında yazdıklarına ilgi duyacak.

Diğer yandan özellikle Türkçe anadil eğitimi için Almanya'da kullanılan kitaplarda büyük eksiklikler görüyorum. İkinci, üçüncü kuşak ilköğretim öğrencileri, bambaşka koşullarda göç etmiş, apayrı ideal ve iddialara sahip olan insanların –genellikle eğitimlerini Türkiye'de almış öğretmenlerin- hazırladıkları içerik ve yapılış olarak kendilerini çekmeyen ders kitaplarıyla karşı karşıya. Bu kitaplara alınan edebiyat örnekleri üzerinde acilen çalışılmalı. Yine de birkaç angaje öğretmen, ellerinden geldiğince öğrencilerini ilgilendirebilen, okuma alışkanlıklarını kışkırtabilen yazıları seçerek övülmesi gereken istisnalar oluşturmakta.

"Anadil eğitimi çok önemli"

Türkçe dilinin, Türk edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Örneğin Almanya’daki farklı kültürlerden insanların birlikte barış ve eşit yaşamalarında edebiyatın ne gibi rolü olabilir?

Bir dil, bu dili kullananlarla yaşar. Küreselleşen dünyamızda özellikle İngilizcenin saldırısına uğrayan dillerimizi korumamız gerekiyorsa da bunu bilinçli ve ölçülü yapmamız lâzım. Örneğin ancak İngilizceyi bilip yerinde kullanabildikten sonra gereken yerde de onu reddetmek mümkün. Dilbilimcileriyle birlikte anadil eğitimine son derece büyük önem veriyorum. Anadiline hakimiyet, bir insanın sağlıklı, sağduyulu bir kimlik oluşturması için öğeler arasında sayılır. Böylelikle sağlam bir temelden dünyaya adım atılır. Edebiyatın Türkiye'de son yıllardaki gelişimi, geniş konululukla geniş biçimlilik yolu ümit verici. Genç yazarlar, dünya edebiyatının değişik yönlerini izlemekle kendi yollarını da bulabilecek, dünya edebiyatına layık yapıtlar verebilecekler.

Sevdiğim Alman yazar Heinrich Mann da birçok başka aydın gibi, edebiyatın toplumsal işlevselliğinden yola çıkmışsa da, tarih gösterdi ki barışın olduğu yerde barışı destekleyen bir sanat da yaşayabilir, takdir edilir. Huzursuz bir ortamdaysa insanlar barışçıl bir edebiyattan barışı öğrenemezler. Bana kalırsa edebiyata bunun gibi toplumsal ve siyasal bir görev ve işlev yüklenmemeli. "Sanat sanat içindir" ilkesini savunmam, fakat "sanat siyaset içindir" düşüncesinden de uzağım. Siyasal ya da toplumsal bir kaygıyla yaratılan sanat genellikle gerçek sanattan uzaktır. Eğitsel bir kaygıyla yazılan özellikle çok sayıda çocuk kitabı mevcut. Bunlar birer iyi niyet örneği, ancak çocuklar bunları okumayı pek sevmiyorlar.

© İmdat Ulusoy, Sabine Adatepe 2007

 
 

[home] [übersetzungen] [texte] [aktuell] [about] [kontakt]